Yeterli yabancı dil bilmediğimden mi, ki biliyorum, gavurların beyni farklı işlediği için midir bilinmez yabancı şarkıların sözleri alabildiğine anlamsız olur genelde. Bu bahsettiğim alakasızlık durumu genellikle rock-metal şarkılarında belli ediyor kendini. Sözgelimi efsane olmuş bir rock şarkısının nakaratındaki sözlerin anlamı şu minvalde bir şeyler olabiliyor;
İlk doğan tek boynuzlu at
Sert bir soft porno
Kaliforniyalılaşma rüyası.
Bizde böyle bir şarkı yapılsa "porno morno ne diyor bu lavuk" ya da "at diyor, porno diyor nedir necidir lan bu adamlar" derler. Derler derken biraz yanlış bir anlatım kullandım ben de derim o ne abuk bir şarkı sözü, resmen bilinçaltına tecavüz etmek için programlanmış. Bu "kerameti kendinden menkul şeyh"imsi arkadaşlar bir şeyler saçmalıyor ama kendileri de bilmiyor ne saçmaladıklarını, not: bahsi geçen şarkıyı en az 100 kez falan severek dinlemişimdir.
Bir de şarkının sözüyle müziğinin hiç birbirini tutmadığı şarkılar var Swedish House Mafia grubunun "Don't you worry child" adlı şarkısı özlenen aile hayatından dem vurarak başlıyor sonra aşk acısına kadar gidiyor "babam bana dediydi ki; üzülme oğul, cennetin seninle ilgili planları var." falan diye de bir nakarata sahip, herhalde şarkıyı bilmeyen biri olarak bu şarkıyı acılı keman darbeleri eşliğinde söylenen bir şarkı olarak betimlediniz ama o da nesi! Şarkı tam bir kop-kop şarkısı hap atıp çılgınlar gibi dans eden elemanlar bu şarkıyı dinleyerek eğleniyor...
Tabi ki bu şarkıcı abilerin de, şarkılarını çok sağlam kafalarla yazdığını düşünmek biraz fazla iyimserlik olur. Arkadaş, adam atıyor hapı, çekiyor esrarı abuk subuk şeyler yazıyor, yancıları da ayıp olmasın diye "abi şokgözel olmuş" diyor. Bizim şarkıcı eleman alıyor gazı "tabi lan ne de güzel yazmışım, hem ben sanatçıyım tabi saçmalayacağım, Picasso da saçmalamıştı, büyük adamlar saçmalar" tribine girip yaptığı şeyi içselleştirip herkese karşı savunmaya başlıyor, bu noktada bütün müzik piyasası "aaa börnink encıls solisti sıkaypi fütürist bir şarkı yazmış hadi biz de yapalım" diyor ve olaylar bu noktalara kadar geliyor.
Şarkının sözüyle müziğinin alakası olmaması durumuna bir çözüm getirmeye çalışıyorum da... Aklıma tek bir şey geliyor şarkıyı yazan grup elemanı arkadaş grubun dominant adamı olur genelde, Amerikan filmlerinde görüyorsunuz işte klasik. Bu arkadaş lise günlüğünden kopan bir sayfayı şarkı sözü diye yazdığı sayfayla karıştırıyor sözlerin bestelenmesi işlemi başladıktan sonra da hem ok yaydan çıktığı için hem de grubun önünde karizma çizilmesin diye durumu kotarmaya çalışıyor bu sözleri besteliyor. Diğer grup elemanları da zavallılar reisten çekindikleri için ağızlarını açamıyorlar, sonra da böyle abuk subuk şarkılar oluyor.
Bu kadar saçma düşüncelerimi deklare ettim ya daha da gam yemem, bunlar hep benim bir hayal ürünüm yalnız, sonra "biz lisede grup kurmuştuk hiç de öyle bir şey yok tamam mıaa" diye gelmeyin bana, şüphem yok sizler de temiz çocuklarsınız, ben sadece tahminlerimi anlatıyorum özetle; "elçiye zeval olmaz, kaybolun!" Her yazı sonrası bir ders veriyordum ben, bu yazımızdan da çıkartmanız gereken ders "dünya saçma sapan bir yer siz de saçmalarsanız belki bir gün 11 yaşında bebelerin idolü olabilirsiniz" olacaktı. Bir de geçen yazıda sizi bir yerden sınav falan yapacaktım ama unuttum bak, "hoca bugün yokmuş" diye sınıfa koşup erteletin o sınavı.
Bir şeyler yazıyoruz işte...(Nokta nokta nokta olmazsa olmaz)
30 Ağustos 2013 Cuma
28 Ağustos 2013 Çarşamba
Klimasız Hayat
Ağustosun bitimine doğru yaklaşırken "havaların serinledi artık buzluğu açıp kafamı sokmak gibi şeyler düşünmek zorunda değilim oh be!" diye düşünmüştüm dün, bugün Mikail(aleykümselam) yine "bugün ne giysem" yarışmacıları kadar kararsız olduğunu gösterdi bana, oturduğum yerler açık hava fırını gibiydi maşallah, vücudumun her yeri şıpır şıpır terliyor ve o terler tişörtümde benim diyen ebru sanatçısına taş çıkartacak desenler oluşturuyor... Klimasız yaşamak böyle zor bir şey işte, ha diyeceksiniz "eskiden klima mı vardı?" ben de önce "sınav sırasında hocayla göz göze geldikten sonra bir şey düşünüyormuş gibi yapıp tavana bakan bir öğrenci" edasıyla düşüneceğim, düşünmeden olur mu hiç! Hakikaten haklısınız lan galiba, siz kimsiniz ki iyice şizofren oldum bak kendi kendime sorular sorup "aa doğru lan" triplerine giriyorum. Bu düşünce teatrisi sonrası aklıma geçenlerde İzmir'den gelirken bindiğim uçak geldi, yapacak hiçbir şey olmadığı için mal mal etrafa bakınıyorum, gözüm uçağa takıldı "ulan insanoğlunun geldiği hale bak" dedim, 5000 sene önce götüne giymeye donu olmayan biz insanlar bayağı bayağı uçan bir şey yapmıştık, oldukça garip geldi tabi, nereden nerelere! Dünyadaki bütün bilgiler sıfırlansa ve pratik bilgi sahibi insanlar uzaylılar tarafından kaçırılsa ne olur diye düşündüm bir an, niye böyle şeyler düşünüyorsun manyak mısın diye soracaksınız, vallahi ne deseniz haklısınız ben de durup dururken böyle şeyler düşünen bir insan görsem ben de şizofren damgasını basardım amma ve lakin durum çok farklı, dediğim şey gerçekleşse biz şehirli insanlar ateş yakacak çakmağı icat edemeyip soğuktan donarak ölürdük. Şöyle bir geriye doğru baktım da yazı resmen Discovery Channel'daki "How to make xxxx?" tarzı programların viral reklamı gibi olmuş, ama hiçbir alakam yok cidden vallahi, sadece teknolojik şeylerin basit çalışma prensiplerini bilmemiz güzel bir şey bence, aksi takdirde ıssız adaya düştüğümüz an bittik lan böceklere yem oluruz yemin ediyorum. Neyse bu yazı da kısa olsun, zaten hiç yazasım yoktu, hatta ilk etapta yazı olarak "YAZI MAZI YOK DAĞILIN!" yazıp paylaşmayı düşündüm, her gün 50 paragraf döşeyecek halim yok, bir sonraki yazıya kadar öğrenin bu prensipleri, akıllı olun sınav yapacağım yarın! Haydi kalın sağlıcakla.
27 Ağustos 2013 Salı
Enstrüman Çalmak(Çalışkanlar daima kazanır)
Demin çok zor parçalar çalan bir gitar virtüozünün bir şarkısını dinliyorum, her zamanki gibi "kolay lan çalarım aslında" düşüncesi hasıl oldu, aldım gitarımı elime, 1 saat falan debelendim durdum, şarkının 7 saniyelik kısmını akıcı bir biçimde çalabildiğimi fark ettim, hayatta da her şey kolay geliyor insana ama kazın ayağı hiçbir zaman öyle değil tabi. Dersler falan da öyle mesela, pek başarılı bir okul hayatım yoktu, eğitim hayatımda ilk darbeyi anasınıfında yedim! Ne kadar trajikomik değil mi? Anaokulu karneleri dağıtılmış herkes birbiriyle şakalaşıyor eğleniyor hepsinin karnesinde 5(yazıyla beş) adet yıldız var benimse karnemde 3 yıldız var. Arıyorum tarıyorum bir 4 yıldızlı bulur da kendimle birlikte aşağı çekerim diye ama yok yok yok! Öyle ki sandalyelerin üstüne beraber tutkal sürdüğümüz arkadaşlarım bile patlatmış 5 yıldızı. Şimdi düşünüyorum da o kadın bana gıcıktı zaten, bir de elebaşılığın cezasını çekmiş olmam oldukça olası. Neyse ilkokul başladı falan yine en sevdiğim saat beslenme saati olmak üzere her gün ruh gibi gidip geliyorum okula, verilen ödevleri yapıyormuş gibi yapıp derin hayallere dalıyorum falan... Allahı var okumayı sökmek konusunda pek bir sorun yaşamadım hatta 1.sınıfın ikinci dönemi gibi falan fişler çok aptalca gelmeye başlamıştı. Neyse ilkokul bir solukta bitti hiçbir şey bilmiyorum tabi, hocanın veline imzalatıp getir dediği sınav kağıtlarından birini geçen gün salondaki büfenin arkasında buldum "Geçmez" yazmış çapraz bir şekilde bir de altına çizgi çekmiş, klasik öğretmen.
Ortaokula başladım, benden büyük arkadaşlar kendi aralarında ortaokulun ne kadar da zor olduğuna dair derin mülahazalarda bulunuyorlar,(anafen günlerimi hatırlayıp Fethullah'ın kelimelerine sardım, iyi işlemiş adamlar bilinçaltını vallaha) bir tanesi "hocalar çok hızlı yazıyor tahtaya sonra da kısa bir sürede siliyor" demiş bulundu, zaten not almakla aram yoktu, tek bir defteri her gün götürüp getirirdim, kara kara düşünür olmuştum, sanki ortaokula değil Survivor adasına gidiyordum öyle bir korku sardı beni, neyse pazartesi ilk ders resimdi soft bir başlangıç gibi geliyor insana, öyle de aslında, ama gel gelelim hocamız kendisini işine biraz fazla kaptırmış, anlatıyor da anlatıyor yok natürmort şöyledir yok perspektif şöyle alınır, 12 yaşında velet lan karşındakiler ne bu tripler? Neyse başladı bir şeyler çizdirmeye ilk dersten, ben tabi her zamanki beceriksizliğimle yamuk yumuk bir şeyler çiziyorum, ilk günden nefret ettim dersten, sonraları "beni köpek kovaladı dışarıda bekliyor" falan gibi yaratıcı bahanelerle eve dönüp ilk dersi atlatmaya başladım, bazen internet kafeye falan gidiyordum, resimden kurtulmuştum o çocuk yaşımda herhangi bir şey beni daha fazla tatmin edemezdi herhalde.(öğlen yemeklerinde yediğim 1.000.000 tllik tavuk döner+ayranı hariç tutuyorum)
Ortaokul da hızlıca geçti ama oldukça eğlenceliydi mesela cuma günleri son tenefüste zebellah gibi 3 arkadaş birbirimizi koridorda toplaşan gruplara doğru ittiriyorduk, tabi bowling labutu gibi devriliyordu zavallılarım, gözlüğü kırılan mı dersin ayağı incinen mi... Notlar hala rezil tabi veli toplantısı kağıdı dağıtılırken yaşadığım telaşı ölüm tehlikesi geçirsem yaşamam herhalde. Binbir taklayla 7.sınıfın 1.dönem sonuna kadar derslerimin iyi olduğuna, her şeyin güllük gülistanlık olduğuna ailemi inandırmıştım, zaten abim de oldukça başarılı olduğu için çocuğun başarılı olması hiç garipsenecek bir şey değildi onlar için bir aferin deyip geçiyorlardı. Karne alındığı gün sonra alırım diye gitmez sonra da almazdım, sorulduğunda "çok iyi bir tane dördüm var geri kalan hepsi beş" diye cevap verirdim, halbuki karne iddaa kuponu gibi 1'ler 2'ler cirit atıyor resim beden müzik dışında 3'ün üstünde not yok. Neyse ortaokul bitiyor lise sınavına girilecek 5.00'lık inek arkadaşlar hocaların umudu bana da tam eşek muamelesi yapılıyor, bir kişi beklemez anadolu lisesi kazanacağımı, sınava girildi, hocaların nefret ettiği 0 çeker dediği haylaz üçlünün üçü de ortalama üstü anadolu liselerine yerleşti, 5.00'lıklar bakırköy kız teknik meslek lisesi falan e mutluyum tabi, ama bir de burukluk var ilkokul mezuniyet ortalamam 2.8 olduğu için Hüseyin Çelik tarafından çıkartılan ilkokul başarı puanı mağduru oldum 500 üstünden 30 puanımı öyle gasp ettiler ama ona rağmen 5.00'lıkları sollamışım, onun da keyfi ayrı tabi.
Liseye geçildi ilk iki sınav fizik 88 tarih 100 "ulan Yağız makus talihin dönüyor galiba" diye geçirdim içimden ama demeye kalmadan edebiyattan 12 aldığımı öğrendim, ciddi bir motivasyon kırıklığı oldu, eski günlere dönüş falan tabi, hiç tınlamamaya başladım yine ruh gibi okula gidip geliyorum, kitap yok defter bir tane ona da karikatür çiziyorum derslerde.(çöp adam daha makul bir tanım olurdu) Sonunda karnem gerçekten İddaa kuponuna doğru evrilmişti, artık sıfırlar da vardı! "1,0,2"nin muhteşem dengesi, tam ideal bir İddaa kuponuydu lisedeki karnelerim, sınav haftaları sabah okula gidip uykulu uykulu "bugün ne sınav vardı ya" diyip çalışkan arkadaşları rahatsız ederdim, 10-15 dakika vicdan rahatlatmalık çalışıp girerdim sınava tabi hiçbir şey bilmeyince insan, 10-15 dakika çalıştığında ne çalıştığını da anlamıyor, neyse nerelerdeeen nerelere, ben ne diyordum, hayatta her şey göründüğü gibi kolay değil, aynı şeyi okulun her dönemi bittiğinde "bu sefer temiz bir sayfa açıyorum abi, bütün dersler 5 olacak görün siz keşke şu 1'ler 2 olsaydı da 5 alınca 3,5'tan 4 gelirdi" dediğimiz zaman da birçok kez yaşadık, ya da vizeye finale sınavdan hemen önceki gece çalışmaya başladığımız zaman, neticede bu dünya çalışkanlar için yaratılmış, biz tembellere yer yok, çalışkansan kazanıyorsun, tembelsen de böyle blog yazıp kendi mantalitenle dalga geçiyorsun...
Ortaokula başladım, benden büyük arkadaşlar kendi aralarında ortaokulun ne kadar da zor olduğuna dair derin mülahazalarda bulunuyorlar,(anafen günlerimi hatırlayıp Fethullah'ın kelimelerine sardım, iyi işlemiş adamlar bilinçaltını vallaha) bir tanesi "hocalar çok hızlı yazıyor tahtaya sonra da kısa bir sürede siliyor" demiş bulundu, zaten not almakla aram yoktu, tek bir defteri her gün götürüp getirirdim, kara kara düşünür olmuştum, sanki ortaokula değil Survivor adasına gidiyordum öyle bir korku sardı beni, neyse pazartesi ilk ders resimdi soft bir başlangıç gibi geliyor insana, öyle de aslında, ama gel gelelim hocamız kendisini işine biraz fazla kaptırmış, anlatıyor da anlatıyor yok natürmort şöyledir yok perspektif şöyle alınır, 12 yaşında velet lan karşındakiler ne bu tripler? Neyse başladı bir şeyler çizdirmeye ilk dersten, ben tabi her zamanki beceriksizliğimle yamuk yumuk bir şeyler çiziyorum, ilk günden nefret ettim dersten, sonraları "beni köpek kovaladı dışarıda bekliyor" falan gibi yaratıcı bahanelerle eve dönüp ilk dersi atlatmaya başladım, bazen internet kafeye falan gidiyordum, resimden kurtulmuştum o çocuk yaşımda herhangi bir şey beni daha fazla tatmin edemezdi herhalde.(öğlen yemeklerinde yediğim 1.000.000 tllik tavuk döner+ayranı hariç tutuyorum)
Ortaokul da hızlıca geçti ama oldukça eğlenceliydi mesela cuma günleri son tenefüste zebellah gibi 3 arkadaş birbirimizi koridorda toplaşan gruplara doğru ittiriyorduk, tabi bowling labutu gibi devriliyordu zavallılarım, gözlüğü kırılan mı dersin ayağı incinen mi... Notlar hala rezil tabi veli toplantısı kağıdı dağıtılırken yaşadığım telaşı ölüm tehlikesi geçirsem yaşamam herhalde. Binbir taklayla 7.sınıfın 1.dönem sonuna kadar derslerimin iyi olduğuna, her şeyin güllük gülistanlık olduğuna ailemi inandırmıştım, zaten abim de oldukça başarılı olduğu için çocuğun başarılı olması hiç garipsenecek bir şey değildi onlar için bir aferin deyip geçiyorlardı. Karne alındığı gün sonra alırım diye gitmez sonra da almazdım, sorulduğunda "çok iyi bir tane dördüm var geri kalan hepsi beş" diye cevap verirdim, halbuki karne iddaa kuponu gibi 1'ler 2'ler cirit atıyor resim beden müzik dışında 3'ün üstünde not yok. Neyse ortaokul bitiyor lise sınavına girilecek 5.00'lık inek arkadaşlar hocaların umudu bana da tam eşek muamelesi yapılıyor, bir kişi beklemez anadolu lisesi kazanacağımı, sınava girildi, hocaların nefret ettiği 0 çeker dediği haylaz üçlünün üçü de ortalama üstü anadolu liselerine yerleşti, 5.00'lıklar bakırköy kız teknik meslek lisesi falan e mutluyum tabi, ama bir de burukluk var ilkokul mezuniyet ortalamam 2.8 olduğu için Hüseyin Çelik tarafından çıkartılan ilkokul başarı puanı mağduru oldum 500 üstünden 30 puanımı öyle gasp ettiler ama ona rağmen 5.00'lıkları sollamışım, onun da keyfi ayrı tabi.
Liseye geçildi ilk iki sınav fizik 88 tarih 100 "ulan Yağız makus talihin dönüyor galiba" diye geçirdim içimden ama demeye kalmadan edebiyattan 12 aldığımı öğrendim, ciddi bir motivasyon kırıklığı oldu, eski günlere dönüş falan tabi, hiç tınlamamaya başladım yine ruh gibi okula gidip geliyorum, kitap yok defter bir tane ona da karikatür çiziyorum derslerde.(çöp adam daha makul bir tanım olurdu) Sonunda karnem gerçekten İddaa kuponuna doğru evrilmişti, artık sıfırlar da vardı! "1,0,2"nin muhteşem dengesi, tam ideal bir İddaa kuponuydu lisedeki karnelerim, sınav haftaları sabah okula gidip uykulu uykulu "bugün ne sınav vardı ya" diyip çalışkan arkadaşları rahatsız ederdim, 10-15 dakika vicdan rahatlatmalık çalışıp girerdim sınava tabi hiçbir şey bilmeyince insan, 10-15 dakika çalıştığında ne çalıştığını da anlamıyor, neyse nerelerdeeen nerelere, ben ne diyordum, hayatta her şey göründüğü gibi kolay değil, aynı şeyi okulun her dönemi bittiğinde "bu sefer temiz bir sayfa açıyorum abi, bütün dersler 5 olacak görün siz keşke şu 1'ler 2 olsaydı da 5 alınca 3,5'tan 4 gelirdi" dediğimiz zaman da birçok kez yaşadık, ya da vizeye finale sınavdan hemen önceki gece çalışmaya başladığımız zaman, neticede bu dünya çalışkanlar için yaratılmış, biz tembellere yer yok, çalışkansan kazanıyorsun, tembelsen de böyle blog yazıp kendi mantalitenle dalga geçiyorsun...
26 Ağustos 2013 Pazartesi
Kültür Şoku
Derin bir kültür şoku sardı şu sıralar benliğimi, mesela demin Guthrie Govan dinliyordum, oradan Soner Sarıkabadayı'dan Kutsal Toprak'a geçtim, onunla eğleniyorum, televizyonda da Kırkpınardan Eurosports'un meşhur hiçbir anlamı olmayan aristokrat sporlarından biri olan curlinge geçtim, beynim fin hamamı sonrası şok havuzuna girmiş gibi yani. Eurosports sporlarına gelirsek hepinizin malumu bu sporlar, snooker bilardo, curling, bilimum bisiklet yarışları, atlar için engelli atlama pistleri ve bilimum saçma sapan sporlar, bir insan bunları izlerken nasıl heyecanlanabiliyor onu anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum. Tour de France'ı ele alalım yüzlerce adam onlarca gün boyunca mal gibi pedal çeviriyor, arkada da iki entelektüel bozması kardeşimiz "gerçekten müthiş bir mücadele" falan diye verdikçe veriyor gazı, bizim entelektüel gözükmeye niyetli genç dimağlarımız da "ooof Tur dö Fırans çook heycanlı geççiyor ağbiiii" kafasına giriyor. Bu da böylece gidiyor... Bildiğin manyağın biri "bunları izlemek sizi elit gösterecek" diyor ve insanlar elit gözükmek için Tur dö fırans izliyor.
Hele o Eurosports spikerleri, bir tanesi Galatasaray Lisesi mezunu frankofon bir "abi"miz neyse, pisikletçiler Paris'te dönüyor falan sanırsam, abimiz sürekli olaya müdahil oluyor işte Paris'in şurası güzeldir Paris'e geldi mi ciğer kebap şurada yenir falan... Sonunda kameralar Fransa'nın yeni cumhurbaşkanı François Hollande'ye dönüyor ve sevgili yarı Fransız abi "ooo Holand başkan da geldi" diyor, nereden bu samimiyet abim? Bunun üzerine ben ne yaptım? Tabi ki koşa koşa Eurosports binasının önüne gidip Fransız bayrağı yaktım, yok lan ne uğraşacağım, o kadar azimli bir adam olsam niye blog yazmakla uğraşayım şurada, gider para karşılığı El Kaide eylemi falan yapardım.
Yazıyı toparlayıp çıkarılması gereken dersleri sıralarsak, "realite, entelijans, spontane" falan gibi kelimeler kullanan iki spor(!!) spikerine kanıp abuk subuk şeylere vaktinizi harcamayın, spor dediğin bisiklet binmekle olmaz, olur da sizin izlemenize gerek yok onu, çok mu vaktiniz var, açın Cristiano Ronaldo'nun, Messi'nin, Bale'ın, Zidane'ın videolarını izleyin Youtube'dan, en olmadı 98 Dünya Kupasını izleyin açıp, bakın Zidane neler yapmış, zaman öldürmeye iş mi yok güzünüzü seveyim, hepsi canınızı sıkarsa komik video izleyin iyi bir çocuk olursanız sağdan tıklaya tıklaya "Songül Karlı Sütyensiz" videosunu bile bulabilirsiniz...
Hele o Eurosports spikerleri, bir tanesi Galatasaray Lisesi mezunu frankofon bir "abi"miz neyse, pisikletçiler Paris'te dönüyor falan sanırsam, abimiz sürekli olaya müdahil oluyor işte Paris'in şurası güzeldir Paris'e geldi mi ciğer kebap şurada yenir falan... Sonunda kameralar Fransa'nın yeni cumhurbaşkanı François Hollande'ye dönüyor ve sevgili yarı Fransız abi "ooo Holand başkan da geldi" diyor, nereden bu samimiyet abim? Bunun üzerine ben ne yaptım? Tabi ki koşa koşa Eurosports binasının önüne gidip Fransız bayrağı yaktım, yok lan ne uğraşacağım, o kadar azimli bir adam olsam niye blog yazmakla uğraşayım şurada, gider para karşılığı El Kaide eylemi falan yapardım.
Yazıyı toparlayıp çıkarılması gereken dersleri sıralarsak, "realite, entelijans, spontane" falan gibi kelimeler kullanan iki spor(!!) spikerine kanıp abuk subuk şeylere vaktinizi harcamayın, spor dediğin bisiklet binmekle olmaz, olur da sizin izlemenize gerek yok onu, çok mu vaktiniz var, açın Cristiano Ronaldo'nun, Messi'nin, Bale'ın, Zidane'ın videolarını izleyin Youtube'dan, en olmadı 98 Dünya Kupasını izleyin açıp, bakın Zidane neler yapmış, zaman öldürmeye iş mi yok güzünüzü seveyim, hepsi canınızı sıkarsa komik video izleyin iyi bir çocuk olursanız sağdan tıklaya tıklaya "Songül Karlı Sütyensiz" videosunu bile bulabilirsiniz...
25 Ağustos 2013 Pazar
Isınma Turları
Isınma turları deyince aklıma Formula 1 falan geliyor, Formula 1 bir nesil için hep, Michael Schumacher ve Formula 1 motor sesleriyle yapılan o meşhur şarkıyı çağrıştırdı, benim için Formula 1 patronu Bernie Ecclestone'un yıllanmış şarap gibi kızını da çağrıştırıyor ya bu konuları burada tartışmayalım. Nedense hep "formüla bir" diye okuruz, sanki formula çok Türkçe de birini de Türkçe okuyoruz, gariptir motor sporları diyoruz bu tarz zevata ama olayın sporla falan alakası yok amele gibi araba kullanıyorlar. Hoş bana sorsan resim de sanat değil, o derece düz bir adamım, yok "Picasso burada İspanyol İç Savaş'ını anlatıp Franco'ya laf üstüne laf koymuş"muş evet evet bahsettiğimiz tablo "Guernica;bir şaheser adeta" hadi lan oradan ne şaheseri bildiğin atlar tepişiyor her tarafta göz var, garip gurup yaratıklar dört bir yana saçılmış. Bu resme bakıp anlam çıkartırsak eski bir evin duvarındaki boya soyukları da bize müthiş bir sanat eserini çağrıştırır.(Meraklısına Guernica, kuşe kağıda renkli baskı; http://upload.wikimedia.org/wikipedia/tr/archive/7/7f/20081014201323!Picasso_Guernica.jpg) Bu arada yazıyı yazarken 100 kez falan Guernica'yı açtım belki bir anlam çıkar da yazdıklarımdan vazgeçerim diye ama, yok vallahi yok en ufak bir anlam çıkartamıyorum, en amiyane tabirle şizofren işi bir resim, halbuki biz "resim nedir? nasıl yapılır?" sorularının cevabını TRT-1'deki bonus saçlı abiden öğrenmiştik, evet benim için bonus saçlı TRT-1 ressamı Picasso'dan daha büyük bir ressam, en azından ev, ağaç, dağ, güneş falan gibi anlamlı şeyler çiziyordu adamcağız.
Yani dostlar, yok Picasso yok Botero(resimleri şişman çizen adam) yok Van Gogh(eski kulağı kesiklerden) bunlar ne ressam ne sanatçı, iki abuk şey çizittirin zaten çağının çok ötesinde damgasını vuruyorlar, biraz da manyaksan hoop "üstad" oldun bile. "Ufff sen bir bok bilmiyorsun ki adamları eleştiresin" moduna girmeyin diye bu düşünceleriniz oluşmadan cevabımı şak diye yapıştırdım, ardından da ekledim; "Resimi çok ama çok iyi biliriz, biz biliriz!"
Bugün başımdan geçen bir olayı anlatayım bari bonus olarak da sonra da bitiriyoruz bugün çok uzun bir yazı yazasım gelmedi ama zamanla daha iyiye gidecek. Feyzli bir abimizle tanrının varlığı üzerine bir tartışma yapıyoruz abi bana bir benzetmeyle geldi ki, Darwin görse imana gelirdi... O cümleleri aynen aktarıyorum "Mesela, bu elimdeki i-Phone, sence bir köpek bu i-Phone'un nasıl yapıldığını anlayabilir mi, hadi i-Phone'u geçtim şu çakmağı ele alalım, köpek bu çakmağın niye ateş çıkardığını çözebilir mi, köpek aptal bir hayvan mı ki bunları çözemesin yoo oldukça da akıllı bir hayvan, ya Allah'ın varlığı karşısında bizler de düşünce olarak bir köpek kadar geriysek?" Cümleler sırasıyla geliyorken şıpır şıpır terler akıyordu alnımdan, yok lan cümlelerle alakası yok 40 derece anasını satayım hava klima da yok yanıyoruz anlayacağınız. İmana gelmeye çok yakınım yarın Cuma olsa bu iş tamamdı ama, uhlevi günü kaçırdık, Darwin'in sakalına bakıp hipnoz olayım bari biraz, hadi gençler kendinize iyi bakın.
Yani dostlar, yok Picasso yok Botero(resimleri şişman çizen adam) yok Van Gogh(eski kulağı kesiklerden) bunlar ne ressam ne sanatçı, iki abuk şey çizittirin zaten çağının çok ötesinde damgasını vuruyorlar, biraz da manyaksan hoop "üstad" oldun bile. "Ufff sen bir bok bilmiyorsun ki adamları eleştiresin" moduna girmeyin diye bu düşünceleriniz oluşmadan cevabımı şak diye yapıştırdım, ardından da ekledim; "Resimi çok ama çok iyi biliriz, biz biliriz!"
Bugün başımdan geçen bir olayı anlatayım bari bonus olarak da sonra da bitiriyoruz bugün çok uzun bir yazı yazasım gelmedi ama zamanla daha iyiye gidecek. Feyzli bir abimizle tanrının varlığı üzerine bir tartışma yapıyoruz abi bana bir benzetmeyle geldi ki, Darwin görse imana gelirdi... O cümleleri aynen aktarıyorum "Mesela, bu elimdeki i-Phone, sence bir köpek bu i-Phone'un nasıl yapıldığını anlayabilir mi, hadi i-Phone'u geçtim şu çakmağı ele alalım, köpek bu çakmağın niye ateş çıkardığını çözebilir mi, köpek aptal bir hayvan mı ki bunları çözemesin yoo oldukça da akıllı bir hayvan, ya Allah'ın varlığı karşısında bizler de düşünce olarak bir köpek kadar geriysek?" Cümleler sırasıyla geliyorken şıpır şıpır terler akıyordu alnımdan, yok lan cümlelerle alakası yok 40 derece anasını satayım hava klima da yok yanıyoruz anlayacağınız. İmana gelmeye çok yakınım yarın Cuma olsa bu iş tamamdı ama, uhlevi günü kaçırdık, Darwin'in sakalına bakıp hipnoz olayım bari biraz, hadi gençler kendinize iyi bakın.
Kuruluş Hikayemiz
Bizli falan konuştuğuma bakmayın, arada kişilik bölünmeleri yaşasam da tek başıma yazıyorum bu blogu. Yine evde giyilen soluk benizli tişörtün terden ıslanmış vücuda yapıştığı sıcak mı sıcak bir İstanbul gününde böyle komikli şakalı bir blog açayım dedim, yani bakmayın sizin için açmışım gibi bir profil çizdiğime, amaç biraz kendimi tatmin etmek biraz da can sıkıntımı gidermek, yoksa olayın sizle hiçbir alakası yok, siz yine de gidip gelin ama gülersiniz falan. Twitter'dan sonra insanlara hitaben "şey"ler yazmaya biraz daha aşinayız toplum olarak, hoş genelde Twitlerimiz "aşkitomlaaaaa Midpointteee!!11 pic.twitter/içibiftekdolutabak"dan hallice ama yine de bu, Twitter denen nanenin hitabetimizi kuvvetlendirmediği anlamına gelmiyor. Alakasız bir insanın ne yaptığını, ne ettiğini, ne düşündüğünü topluma deklare etmesi hep garibime gitmiştir "bence Kafka aslında o kadar da iyi bir yazar değil" niye merak edelim ki biz bunu?
Twitter'cı ve ünlü olmayan insanlar hakkında yaptığım bu eleştiriye kendim de dahilim, işim yokmuş gibi 4000 twit atmışım, kim napsın lan benim düşüncemi, belki çok gaza gelmişse takip eden arkadaşlar "hııımm çok haklıı" demiştir falan, ama özetle herkesin bir Twitter hesabına sahip olması insanlar için toplumsal bir mastürbasyon niteliği taşıyor, dindar ablam mastürbasyon falan dedim diye kaçma olay gerçekten sandığın gibi değil bak, zamanla "ben bir şeyler yazıyorum insanlar da beğeniyor zibilyon tane ritiitim var tımam mıaaa" düşüncesi hasıl oluyor zihinlerde, ama bilmiyorsun ki abla o twitin retweet edilme sebebi tamamen "ben de buradayım ;)" diyip kur yapmak, yarın bir gün mentionla sohbet etmeye de çalışacak bu arkadaş.
Ne çok Twitter dedik lan ilk yazı olmasa başlık tivıktırlı bir şey olurdu, neyse incici kardeşlerim için özet; ünlü olmayan insanlar o kadar çok Twit atmasın akıllı olsun. Ben bu satırları yazarken sinek ilacından garip garip dumanlarla birlikte kötü bir koku kaplıyor odayı, sanki cadının, büyücünün kulübesindeyim anasını satayım, güya tamamen bitkiselmiş, kanser olup geberecem şunu kullanmaktan o gün göreceksiniz siz bitkiseli. Velhasılıkelam, biz böyle bir giriş yazısı çizittirmiş bulunduk, bak yine biz dedim Smeagol'a döneceğim bu yazıları yazarken belli oldu, boş zaman buldukça böyle bolca saçmalamalı yazılar yazacağım, siz de okuyup okuyup güleceksiniz, orada bir yerlerde paylaş butonu falan vardır elbet ben buralara yabancı bir adamım, beğendiyseniz ona da basın ki daha da çok insan beğensin ben de fenomen olayım, belki karikatür dergileri falan bir teklifte bulunur da 3-5 kuruş bir şeyler kazanır yolumu bulurum, basmassanız da illa bir basan bulunur kaybeden siz olursunuz, haydi kalın sağlıcakla!
Twitter'cı ve ünlü olmayan insanlar hakkında yaptığım bu eleştiriye kendim de dahilim, işim yokmuş gibi 4000 twit atmışım, kim napsın lan benim düşüncemi, belki çok gaza gelmişse takip eden arkadaşlar "hııımm çok haklıı" demiştir falan, ama özetle herkesin bir Twitter hesabına sahip olması insanlar için toplumsal bir mastürbasyon niteliği taşıyor, dindar ablam mastürbasyon falan dedim diye kaçma olay gerçekten sandığın gibi değil bak, zamanla "ben bir şeyler yazıyorum insanlar da beğeniyor zibilyon tane ritiitim var tımam mıaaa" düşüncesi hasıl oluyor zihinlerde, ama bilmiyorsun ki abla o twitin retweet edilme sebebi tamamen "ben de buradayım ;)" diyip kur yapmak, yarın bir gün mentionla sohbet etmeye de çalışacak bu arkadaş.
Ne çok Twitter dedik lan ilk yazı olmasa başlık tivıktırlı bir şey olurdu, neyse incici kardeşlerim için özet; ünlü olmayan insanlar o kadar çok Twit atmasın akıllı olsun. Ben bu satırları yazarken sinek ilacından garip garip dumanlarla birlikte kötü bir koku kaplıyor odayı, sanki cadının, büyücünün kulübesindeyim anasını satayım, güya tamamen bitkiselmiş, kanser olup geberecem şunu kullanmaktan o gün göreceksiniz siz bitkiseli. Velhasılıkelam, biz böyle bir giriş yazısı çizittirmiş bulunduk, bak yine biz dedim Smeagol'a döneceğim bu yazıları yazarken belli oldu, boş zaman buldukça böyle bolca saçmalamalı yazılar yazacağım, siz de okuyup okuyup güleceksiniz, orada bir yerlerde paylaş butonu falan vardır elbet ben buralara yabancı bir adamım, beğendiyseniz ona da basın ki daha da çok insan beğensin ben de fenomen olayım, belki karikatür dergileri falan bir teklifte bulunur da 3-5 kuruş bir şeyler kazanır yolumu bulurum, basmassanız da illa bir basan bulunur kaybeden siz olursunuz, haydi kalın sağlıcakla!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)